31 Mayıs 2010 Pazartesi

KINIYORUM


Evet kınıyorum, şiddetin her türlüsünü, savaşı, şu üç günlük dünyada, dünyayı herkese zehir eden yaratıkları kınıyorum. Orantısız güç kullanımı, yeni yeni sözcük dağarcığımıza girmiş bu cümleyi bize ayan beyan anlatan, yaşatan İsrail'i kınıyorum. Filistin'e yaptıkları yetmemiş gibi, oradaki mazlum halka yardım götüren gemiye saldırma cüreti gösteren alçakları kınıyorum. Duyarlı olalım lütfen, hepimiz kınayalım, yapabildiğimiz kadar. Yoksa haksız yere öldürülen, yerlerine el konulan zavallı insanlar birgün bizden hesap sorarsa biz ne deriz? İnsanlığımızdan utanmaz mıyız?

26 Mayıs 2010 Çarşamba

GÜNEŞİN YÜKSELDİĞİ YERLERDEYİM

Geçen haftasonu esti ve şöyle bir tur atalım dedik bu bölgede. Görülmeye değer, gezilmeye değer yerlerdi. Kısa bir zamana o kadar çok yeri sığdırdik ki, belki bir daha gelme şansızmız olmaz diye. Ez cümle yorucu fakat çok güzeldi:)) Şimdi başlıklar halinde anlatmaya başlayacam, tabii bir kaç da resim ekleyecem, hadi iyi seyirler.

DOĞUBEYAZIT İSHAK PAŞA SARAYI

Nasıl anlatılır ki, babam buraya defalarca gelmiş ve bize defalarca anlatmıştı bu sarayı. Bana da görmek nasip oldu doğunun en ucundaki bu olağanüstü yapıyı. Kapanmasına son 15 dakika kala yetiştik, çekebildiğim kadar fotoğraf çektim, birkaçı aşağıda.






MURADİYE ŞELALESİ:

Çok güzel bir manzara, çok güzel bir yer. Burayı ve üzerindeki köprüyü Vizontele filminden hatırlarsınız. Tek kelime olağanüstü.








BAK HELE BAK

Bilyorsunuzdur, Van Kahvaltısıyla da ünlü bir şehirdir. Burası da Van'da bir kahvaltı salonu; ismi "Bak Hele Bak". Sahibi inanılmaz bir adam, müşterilerinin arasında dolaşır ve fıkralar anlatır veya bilmeceler sorar, bilmeceyi bilen kişiye de hediyeler verir pardon atar. Yani adamın tarzı bu, kendisi ayakta dolaşır soruyu sorar, doğru cevaplayana elindeki hediyelerden atar. Eğer yolunuz Van'a düşerse mutlaka burada kahvaltı yapın, hem olağanüstü bir kahvaltı yaparsınız hemde çok eğlenirsiniz.

Üzerimdeki lila şal, boynumdaki kolye ve bilezik verdiğim cevaplardan sonra bana atılan hediyelerden:)


ERCİŞ - BALIK BENDİ

Burası dünyada sadece Van Gölünde yaşayabilen İNCİ KEFALİ'nin yumurtalarını bıraktığı yer. Suyun üzerinde akıntıya karşı zıplayan balıkları görüne şok oldum, her ne kadar bu olayı TRT'nin hazırladığı bir belgeselde izlesemde, gözlerimle görünce çok bi ilginç geldi.


Buraya bu olaydan dolayı Balık Bendi diyorlar. Bu nehir Van Gölüne dökülüyor. Yani Balıklar göle değil, bu bende bırakıyorlar yumurtalarını. "Bu arada ben balık çok sevmeyen biri olarak, bu İnci Kefalinin tadını pek beğenmedim ama göl çevrsinde yaşayanlar bu balığın tadına bayılıyorlar."



Tabi gezimiz buralardan ibaret değildi, Van şehir merkezini, Edremit'i ve Doğubeyazıt'ın merkezini de gezdik. Kısmet olursa onların da fotoğraflarını yayınlayacağım.

16 Mayıs 2010 Pazar

AHLAT - HARABE ŞEHİR


Kayalar oyularak ev haline getirilmiş. Sanırım bu Türkiye'de bir zamanlar yaşamış olan Ermenilerin ortak mimarisi; çünkü Kayseri merkeze bağlı Konaklar köyü olarak bilinen ve eski adı "Germir" olan bir köy var. O köyde de aynı mimari bulunmakta ama sonradan oraya Türkler yerleştiği için oyulan kayaların önüne birkaç göz oda yapılıp kullanılmış. Germir köyü deyince aklıma şu bilgi geldi, ünlü Amerikalı yönetmen Elia Kazan'ın bu köyde doğduğu biliniyor ve Elia Kazan'ın, Zülfü Livaneli ile birlikte Kayseri'ye gelip bu köyü gezdiğini hatırlıyorum.

Bu yapı da sanırım ibadethaneleri olsa gerek, çünkü bu şekilde süslü başka bir giriş yoktu. İçi de diğerlerine nazaran değişik tarzda ve daha yüksek bir tavana sahip, duvarlarında da sanırım mum koymak için özellikle oydukları kovuklar bulunuyordu. İçerisi çok karanlık olduğu için fotoğraf çekemedim.
Bu da evlerden birinin iç görüntüsü.
Bu pencere ya sonradan açılmış ya da restore edilmiş.

Bu köprü de Ahlat'a Selçukluların bir hediyesi, tabi günümüze kadar kalabilmesi için restore edilmiş.

Haftasonu gezimizi Ahlat'a yaptık yine, bu sefer "Harabe Şehir" adını verdikleri bir bölgeyi gezdik. Eskiden Ermenilerin yaşadığı yer olan bu bölge şu anda boş ve adından da anlaşılabileceği gibi harap bir halde, resimlerden ne demek istediğimi anlamışsınızdır.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

CANIM ANNEM

Şu saat itibariyle "Anneler Günü"ne girmiş bulunmaktayız annem ve ben senden kilometrelerce uzakta, senin hayallerini gerçekleştirmekteyim. Hep istedin öğretmen olmamı, bunun için beni büyüttün ve okuttun. Nihayet istediğin oldu ve beni senden bu kadar uzağa gönderen bu asil göreve başladım.

Düşünüyorumda ne çok uğraştın bizim için, hele de benim için. Sen mutlaka okuyacaksın dedin, her okuldan bunalıp yanına geldiğim zaman. Elime valizimi tutuşturup "az kaldı kızım" diyerek yolladın beni tekrar okula, hem de sana ne kadar düşkün olduğumu bile bile. Beni buraya yollarken bile "Kızım ağlama bak ben çok mutluyum, bak ben ağlamıyorum" dedin, ben hıçkırarak ağlarken. Ne sağlam bir annesin sen, aslında sen de üzülüyordun ama belli etmiyordun biliyorum.

İstediğin oldu annecim, bak buralara geldim görevimi yapıyorum. Ama sen yoksun, benim sana düşkünlüğüm azalmadı hem de hiç. Ama yoksun işte, yanımda değilsin. İnsan ne kadar büyüse de annesine olan düşkünlüğü azalmıyormuş demek.

Peki ben senin bu yaptıklarının, bu fedakarlıklarının karşılığını nasıl veririm. Beni dünyaya getirdin, büyüttün, emek verdin, beni ben yaptın, ayaklarımın üstünde durmamı sağladın annem. Ne çok şey borçluyum ben sana, nasıl öderim, hangi birini öderim? Annelerin hakkı ödenmez derler ya annecim, ne kadar doğru, ödeyemem hakkını.

Güzel annem, ne çok isterdim yanında olmayı, dizine yatmayı. Rabbim sana uzun ve güzel ömür versin annem, seni başımızdan eksik etmesin. Sen herşeyin en iyisine en güzeline layıksın. Bugün için sana ne alsam, ne yapsam, senin yaptıklarının yanında lafı dahi edilemez.  Annem canım benim Rabbim inşallah seni çok daha fazla mutlu etme şansı verir bana.

Bu blogdan sana ancak gül armağan edebiliyorum. Kabul et annem. Seni çok seven kızın.....

7 Mayıs 2010 Cuma

GELİN BURALARA, GEZİN VE GÖL'ÜN BİRBİR RENGİNİ GÖRÜN

Bu cami ile ilgili bir yazımda yanlış bilgi vermişim. Özürlerimle birlikte düzeltiyorum. Bu caminin mimarı Mimar Sinan ve dolayısıyla bu camii Osmanlı Döneminde yapılmış.

Farkedebiliyorsunuz değil mi Turkuaz'ı, göle mavi de diyemiyorum yeşil de.

İşte gökkuşağı ve benim çirkin yüzüm.

Baharın gelişiyle birlikte burada neredeyse aralıksız yağmur yağıyor. Yağmuru çok severim, neden bu kadar çok yağıyor diye serzenişde bulunmamamın nedeni bu. Seviyorum yağmuru, arınma gibi geliyor, bereket gibi geliyor. Yağmur yağarken resim çekemedim ama gökkuşağını yakalayabildim.

Çok ciddiyim, gerçekten gelin buralara, bazen bir manzarayı görmek pek çok şeye değiyor. Belki İç Anadolu insanıyım, denize olan uzaklığımdan bana bu şekilde geliyor olabilir ama hergün veya bazen her saat renk değiştiren bu göl, kendisini ziyarete gelenleri pişman etmez. İnanın bana :)))